Ara Ki Bulasın.

7 Kasım 2010 Pazar

Basen Bölgemde Fazlam Var

- Kendi evinde misafir gibi hissetmek ne demekmiş ben İzmir'de gördüm. Bu kadar çabuk olması gerekiyor muydu bilmiyorum ama orası benim için sanki misafirliğe gittiğim bir ev gibiydi. Belki o evde sadece 1 yıl oturmuş olmam bunda etkendi ama olsun.

- İstikrarla blogumu takip eden üç-beş insana sesleniyorum. Sizleri seviyorum! Bazılarınızı daha çok seviyorum.

- Bazı sırların açığa çıkma olasılığı insanı çok korkutabiliyor. En iyisi sır olarak saklayacak kadar kötü şeyler yapmamak.

- Blogumu takip etmeyenler arasında da birçok sevdiğim var alınmasınlar hemen. Gerçi takip etmedikleri için alınamayacaklar.

- Ekin Gök'ü ciddi ciddi özledim.

- 21. yüzyılda hala hava kararınca evlerine girmek isteyen insanlar var. Onları anlayamıyorum. Sıkı yönetim falan yok artık. 30 yıl geçti.

- Garip internet siteleri aracılığıyla kendi resimlerini dergi kapağı yapan, işte ne bileyim billboardlara montajlayan ve bunları profil resimlerine koyan insanlara: Sizi sevmiyorum.

- Ha bir de arka planda gül resmi, önde el yazısı şiir koyan insanlar da dahil buna.

- Google Chrome'un "Google Chrome"un altını hatalı sözcük diye çizmesi n'olacak? Hatta "internet" kelimesini bile çiziyor. Bilmece gibi tarayıcı olum.

- "B" harfini hala "ß" olarak kullanan insanlar varken o resimlerin sonu gelmez.

- Dünyanın en iyi taksicisine denk geldim geçen gün. Ama yolculuğum sadece 7 dakika sürdü. "Kendine iyi bak abi." diyerek indim arabadan. O derece iyi biriydi.

- Ben endüstriyel tasarımcı olsam, cips kutusunun içine kolonyalı mendil koyardım.

- Basen bölgemde fazlam var. = Kıçım büyük.

- Bugün birine Facebook Chat'te yanlışlıkla "hey" yazdım aynı isimli başka birisine yazacağıma. Bana "evet?" diye cevap verdi. Devlet dairesi çalışanı sanki. " Niye başvurdunuz beyfendi?" dercesineydi. Hani bilerek yazmış olsam baya kalbim kırılırdı. Hani hiç cevap yazma daha iyi değil mi? "MERHABA, ANNEM BANA TANIMADIĞIN ERKEKLERLE KONUŞMA DEDİ." diye bağırmana gerek yok.

- Tanımadığı erkeklere potansiyel tecavüzcü muamelesi yapan kızlardan nefret ediyorum.

- "Basende fazlası var, beyninde eksiği var." Emre Karyenic

- Şu dünyadaki en güzel kokular: Peligom, oje, benzin, bebek...

- Basenlerinize iyi bakın, bol spor yapın, beyninizi geliştirmek için sudoku falan çözün, tanımadığınız erkeklerle konuşabilin. 21. yüzyıldayız.

- Facebook Chat! Enlarge your brain!

- Hoşçakalın.


1 Kasım 2010 Pazartesi

Paradoks

-Selam. Yine uzun yazabilirim dikkat edin. İstediklerinizi okuyun.

-Fotoğraf çekilme gerginliği ne garip bir şey değil mi? İnsanları saniyelerce dondurabiliyorsun.

-Ev arkadaşlarımla, evimiz için blog açtık: http://sweethomeabbasaga.blogspot.com/ . İlginizi çeker belki arada. Eğlencelik.

-İtiraf: Sosyal olduğunu belli etmek için her şeye atlayan insanlara hasta oluyorum!

-İtiraf: Gördüğüm her kızı saçsız hayal etmekten kendimi alamıyorum.

-İtiraf: Yalan söylemeyi seviyorum.

-Şehirler arası otobüs yolculuğu: bir kapsülün içine kapanıp 10 saat oturmak zorunda alan zavallıları kapsayan yolculuk.

-İzmir - Beşiktaş arası 11 saat olur mu sizce? Olmaz dediler. Ben yaptım. Oldu.

-Sevdiğim insanlar istediklerimi yaptığı sürece, onlar için her şeyi yapabilirim. Biraz faydacıyım sanırım. Ama problem değil. Onlar da faydacı.

-Bazı uzun şeyler güzel de olsa, ara verip rutinliği üzerinden atmak gerekli.

-Düz adamlık: "Bu hava yağmur yapar."

-Otorite sahibi olmak o kadar içimize işlemiş ki, adam arabayı seks yapar gibi kullanıyor. Hani kontrol falan onda ya? Seks de aynı şekilde zaten. Araba kullanır gibi seks yapıyor. Baya baya paradoks yarattım.

-Küfür etmek alışkanlık haline geldi. Bir gün çok resmi bir ortamda başım belaya girecek gibi.

-Bussiness Class'ın Economy'den tek ama güzel farkı uçak düşerken rahat koltukta ölecek olmaları.

-Siz hiç kısa boylu travesti gördünüz mü? Ben görmedim.

-Bir insan gay olur. Transseksüel olur. Lezbiyen olur. Biseksüel olur.Aseksüel olur. Ama kendini satmak için cinsiyet değiştirenler? Onlar bizden değildir.

-Bugün "ghostwriter" diye bir terim öğrendik İngilizce'de. Kitap yazmaya yeteneği olmayan çok zengin insanların parayla tuttukları yazarlarmış kendileri. Bence gereksiz. Sonuçta gelişir pratikle. Yine düz adamlık mı yaptım n'aptım?

-Bugün bir adamın sırtındaki gitar omzumu kırıyordu. İnsan biraz dikkatli olur lan.

-Mucu. Kısa yazdım beklediğimden.



26 Ekim 2010 Salı

Good Morning Vietnam!

-Çok uzun ama madde madde yazacağım. Sıkılacaksan falan hepsini okumana gerek yok yani.

- Uçak yolculuklarını seviyorum. Çünkü ben bir şeye başlamışsam, bir an önce bitirmeyi seviyorum. Işık hızına ulaşmak en büyük hayalim. Ama ışıktan nefret ederim. Çünkü her zaman benden hızlı. Karanlığı seviyorum. Çünkü orada en hızlı benim.

- Bir insan uykudaki kadar masum olabilir mi hiç? Uykuyu seviyorum. Ama herkes uyanıkken uyumayı, herkes uyurken uyuyanları izlemeyi... Karanlığı görmek, ışığı görmemek istiyorum. Bu yüzden odam hep karanlık.

- Bilgisayarın ekranında dolaşan, az sonra ölecek olan sineğin ölüm sebebi: "Işığa ileri derecede bağımlılık."

- Sitcom dizilerdeki gülme efektleri var ya, onlar bazen gerçek hayatta da devreye girmeli.

- Ev arkadaşım karşıdaki kanepede uyuyor. Uyurken de eliyle bas gitar çalıyor. İzlemesi baya eğlenceli. Bunu okurken kendisi de çok şaşıracak.

- Düşündüm de uykudayken de ışık hızına ulaşıyoruz galiba. Bir gözlerimizi açmışız, 9 saat geçivermiş.

- Dinsel kaos içindeki insanları anlayamıyorum. Bir şeyi ya kalpten yaparsın ya da hiç yapmazsın. Zorunluluk olduğu için yapıyorsan, bazı şeyleri sorgulamanın zamanı gelmiştir.

- Daha önce aynı yere ait olduğun arkadaşlarınla, yabancı bir yerde karşılaşmak,buluşmak paha biçilemez bir zevk. En samimi olmadığınla bile konuşacak çok şeyin oluyor. Özlemi, bütünün kendisiyle değil de, bazı parçalarıyla gidermek oluyor bu. Ama yine de tatmin edici...

- Bir insanın gözüne bakarak kişiliğini tahmin etmek büyük bir kumar bence. Ben bu kumarda baya şanslıyım. Valla bak. Bir kaç defa konuşalım. Seni tanıyabilirim. Hata payı baya düşük...

- Hippilik müessesesiyle hiçbir zaman bir sorunum olmadı. "Özenti" kelimesini de kullanmak istemiyorum çok klişeleşti diye. Ama harbiden öyleler be abi. Hani birkaç adamın yaşamında yaptıklarının nesiller boyu klonlanıp bir hayat tarzı haline getirilmesi... Ne bileyim işte saçma geliyor bana. Çok mu dar bakıyorum ki pencereden?

- Yarın anne yemeği yiyeceğim. Çok mutluyum. Ne istersin benden dedi? Şunu şunu diyemedim. Ben seni istiyorum bebek.

- Uçakta ağlayan bebek büyük sıkıntı. Yanıma majezik mi alsam?

- Şu anda hocamın verdiği "money can buy happiness" konulu yazımı yazıyor olmalıydım. Aslında havalimanı bu ödev için biçilmiş kaftan.

- Sevdiğim insanlar çok uzaklarda da olsalar, hala aynı insanlar. Bu beni mutlu ediyor.

- Ev arkadaşım uyandı. Biraz sohbet ettik. Yine uyuyor.

- Naklen yayın yazı yazılır.

- Gün yavaştan uyanmaya başladı. Karşı apartmanda aydınlık daireler var. Ben ise günüme kaldığım yerden devam edeceğim. Garip geliyor değil mi?

- Daha fazla uzatmayayım artık. Mozarella gibi oldu. İlk kez böyle bitireceğim yazımı: GOOD MORNING VIETNAM!

20 Ekim 2010 Çarşamba

Kırmızı Araba

-Bazen gerçek mutluluğu çok da uzakta aramamak lazım.Yolunuzun ayrıldığı, ne bileyim işte bir daha yüzünü görmek istemediğiniz bazı insanların kalbinde hala yer ettiğinizi bilmek sizin için yeterli olmalı. Ha eğer kimsenin kalbinde yer edememişseniz, iz bırakamamışsanız o sizin probleminiz. Ona da çözüm bulmamı beklemeyin benden.

-Bazen kilometreler ciddi sıkıntı yaratabiliyor. Ben bugün bunu gördüm.

-Bağımlılık yapan madde yoktur, kendi kendine bağımlı olan insan vardır.

-Pembe rengin, kız rengi olduğunu kim uydurmuş mesela? 1000 yıl önce bir dallama çıkıp erkek rengi deseydi kız bebeklere mavi, erkek bebeklere pembe patikler örülmez miydi?

-Bir yiyeceği falan -örneğin: yoğurt- ilk kimin nasıl bulduğuna şaşırıyorsanız siz Türk'sünüz.

-Sevdiğiniz bir insan yanlış bir karar verdiğinde önce sorgulatın kendisine, eğer hala o kararda ısrarlıysa onaylayın geçin. Hevesini kırınca, yaptığı hatadan daha mutsuz yapabilirsiniz onu. Sevmediğiniz insanlara da istediğinizi yapın banane.

-Havanın aydınlandığına şahit olmak güzel bir şey. İnsanın kendine yakışanı giymesi gibi.

-Anal yollardan gaz çıkarmak öksürmek kadar doğal bir şeydir. Buna katılıyorum. Burada zıtlaştığım nokta ise anal çıkışın metan ve diğer gazlar sebebiyle kokulu olması. Milletin içinde osurmayın kardeşim. Çok zorda kalmadıkça tabii...

-Bir Semra hanım vardı noldu ona? Daldan dala,daldan dala, da da da....

-Sigmund Freud'a göre rüyada kırmızı araba görmek annenizle sevişmek istediğiniz anlamına geliyormuş. Ulan bizim araba kırmızı dallama, o n'olacak? Ehliyetimi de yeni almıştım...

-"Viski gibisin, içimi yakıyorsun,çare bulamıyorum." -Klas Apaçi-

-35 - 40 derece eğimli yokuşlarda yürümekten bıktım. Başbakan duy sesimi, kaldır şu yokuşları.

-Bay bay bebekler.

17 Ekim 2010 Pazar

Plasebo Etkisi

-Hayatta bazı güzel şeyler için fedakarlık falan yapmak gerekir ya, ben hep fedakarlık yapan taraf olmaktan bıktım. Biraz da güzel şeyler tarafında olmak istiyorum. Birileri benim için fedakarlık yapsın mesela? Önemli hissedeyim kendimi falan.

-Kendini önemli hissetmek... Takım elbiseyle dolaşan milyonlarca işsiz adamın yaptığı gibi değil tabi ki. Kendini kandırmak oluyor o. Ben burda gerçekten önemli hissetmekten bahsediyorum. Herhangi bir arkadaşınızın ya da işte ne bileyim birisinin size değer verdiğini hissettirmesi...

-Mekanların kenarlarında sizi süperötesi ısrarla içeriye davet eden adamlar var ya, onlar kaldırılmalı. İnternet aleminde bir tane işletmeci bile okuyorsa bunu, onun için kârdır. Çok itici oluyor bilader. Yapmayın.

-Bazı insanlar o kadar önemsiz şeyleri önemsiyorlar ki, onlardan soğumama sebep oluyorlar.

-Klişe olabilir ama, bir isteğin yanında, liraların pek önemi yok kanımca. Hele ki bu liralar çok küçük miktarlarsa...

-Alkol, bütün mutlulukların anasıdır bazen, dozunu kaçırmadıkça. Bazı şeylere kafayı takmanın ne kadar önemsiz olduğunu hatırlatır, o önemsiz şeyleri unutturur. Burda alkole başlayın falan demiyorum tabi. Sadece bir opsiyon...

-Müzik bazen hakikatten de ruhun gıdası ulan. Plasebo etkisi midir bilmiyorum ama sakinleştiriyor adamı. Plasebo etkisi olsa ne farkeder ki? Zaten kendisi bizzat hayatımızın büyük bir kısmını kaplamakta. Varsın müzikte de oluversin.

-Plasebo etkisi: hastaların ortada gerçek bir tedavi olmaksızın, örneğin ilaç sandıkları şekerli hapları içerek tedavi gördükleri inancıyla iyileşme göstermelerini anlatan kavram.

-Bay bay. İyiyim. Siz de iyi olun.






5 Ekim 2010 Salı

Kupa 6'lı, Sinek 7'li, Ve Pişti...

Selam kankalar.

Geçen gün okuldan çıktım. Aşağıya iniyorum. Bir tane ayakkabı boyacısı var. Adamın biri kösele ayakkabılarını boyatıyor. Beyaz çorap giymiş falan neyse komik işte. Ama esas komik olan ne biliyor musunuz? Köselenin içinden çıkan bir kupa 6'lı, bir sinek 7'li. Ne garip değil mi? Kahvedeki arkadaşları onun kendisini aldattığını bilebilir, alenen gösteriyor. Ama korkmuyor. Onun adrenaliniyle 3 kere ardarda seks yapmış kadar hormon salgılıyor olabilir mesela? Demek istediğim, her insanın heyecanlandığı şeyler farklı hacı.

Pişti olmak budur işte. Yalan söylüyorsan zekice söylemelisin. 2 kart, 2 pişti ardarda.

Ey İstanbul! Yokuşuna koyayım. Nefret ettirdin kendinden. Neyse ki süper yön buluyorum. En kısa yolları, yokuşsuz veya minimum yokuşla gidişleri falan öğrendim. Artık bağışıklık kazandım. Yokuşta terlemiyorum.

Karanlık odayı seçtim evde bilerek. Çok mutluyum. Müthiş uyunuyor. Siz de öyle yapın bak eve falan çıkarsanız.

Son 1000 yılın en soğuk kışı olabilirmiş Avrupa'da. Herkes üzülüyor ama bence iyidir ya soğuk. Mikroplar ölür. Düz adamlık #1.

Ev arkadaşım mimarlık okuyor. Adama nokta ile çizgi arasındaki farkları anlatan bir poster yarat diye ödev vermişler. Ödevin bir kısmını ben yaptım hatta. Ondan yıkılıyor bu binalar. Düz adamlık #2.

Dün gece hiç dans etmediğim kadar - 5 saat - boyunca dans ettim. Hem de rock festivalinde. Eğlenceliydi lan. Dalgasına headbang falan yaptık. Sonra farkettim ki "metalcilik" kavramından uzaklaşalı baya olmuş. Boynum feci durumda. Ayaklarımı zaten hiç söylemeye gerek yok.

Yeni bir gün başlıyor 2 dakika sonra: 8 ekim 2010. İstanbul'da hava: 14 Santigrad Derece- Kapalı. Tık tık tık. Eyi günler.

Mucuk herkese. (K)

29 Eylül 2010 Çarşamba

Wake Me Up When September Ends

Bazen içim çok sıkılıyor. Hani kapalı havalarda içte oluşan sıkıntılar gibi. Yağmur yağsa da rahatlarsın, güneş açsa da. Ama nem, ne güneş açması için gereken kadar düşüktür, ne de yağmur yağması gereken kadar yüksek. Beyninizdedir sanki o bulutlar. Biraz yalnızlık mı desem? Biraz şımarıklık mı desem bilmiyorum. Kulaklığını takıp, somurtkan, önlerine bakarak giden milyonlarca insanın arasında uykusuz kafamda o bulutlardan var. Uyuyamadığım gecelerde ise tek yaptığım bilgisayarın başına geçip kilitlenmek. Yağmurda ıslanıp, eğlenmek istiyorum ben, yağsın artık.

Uyanmak isteği bu. Artık uyumak istemiyorum. Biraz fazla yaşamak istiyorum hayatı. Okul-ev-okul olmasın rotam. Zaten ilerleyen yıllarda bu rotayı sıkça kullanacağım. Farklılık istiyorum. Eylül bitti. Uyanmalıyım artık. Uyandıracak birileri? Bilmem... Var mı?

Mutluyum ben. Ama daha fazlası olabilir. Problemim bu. Aslında "Mutsuzum ben!" diyen sizler de mutlusunuz. Sadece bazı eksik noktalarınız var. Ne kadar bulut olursa olsun, arkasında Samanyolu galaksimizin merkezi, bir adet güneş mevcut. Mesele onu görmek istemekte. Ama onun orda olduğunu bilerek de mutlu olabiliriz bence. Şu anda kendi kendimi terapi ettim resmen. İçimi mutluluk kapladı. Sizin de kaplasın.

İstanbul....Evet dünyanın en güzel şehirlerinden biri. Büyüleyebiliyor sizi. Ama bu büyülenme, içinde yaşadığınız gerçeğini unuttuğunuzda yerleşiyor kafanıza. Belki ölene kadar içinde yaşayacağınızı düşününce korku kaplıyor sizi. Bir anda o tarihi güzellikleri, yeşillikleri, boğazı unutuveriyorsunuz. Bulutlarınız yine kafanızda. Lan! Bi siktirip gitsenize hıyarlar? Çağırdık mı?

Masum değil hiç kimse. Bu, suratlardan anlaşılıyor İstanbul'da. Herkesin bir suçu var. O öfke, o stres, dışa vuruyor bunu. Kötülükler suratlardan akıyor. Az temizlik, çok kirlilik. Ama yine de sizi içine alıp nehir gibi sürükleyebiliyor karşıdan karşıya geçen insanlar. Çocuklar ve yaşlılar mutlu, temiz. Gerisi hep sorunlu. Eylül bitti, bir uyanmak lazım.

Öptüm sizi.





6 Eylül 2010 Pazartesi

Benim De Silgim Var

*Ben iyiyim de çevrem kötü.

*Bazen önem verdiğin insanların seni uzun zaman geçmesine rağmen umursamaması çok feci koyuyor insana. Hayır farklı bir hevesli oluyorsun ama onda bu hevesten eser yok. Aksine tam olmasını istemediğin gibi. Valla bak. Adamı bir sersemletiyor.

*Sen iyi olmamalısın, çevren zaten kötü aslanım.

*Doğup büyüdüğüm şehirde son 15 günüm falan. Muhtemelen bir daha buraya ziyaret haricinde yerleşmeyeceğim. Çok mu duygusal düşünüyorum bilmiyorum ama bu çok zor bir şey. Düşünsene bi. Yeni hayatına, ayakların üzerinde durmana sadece 15 gün var. Nasıl hissederdin? Tamamen yepyeni bir sorumluluk ama böyle.

*"Annie are you okay?" Michael Jackson.(a.k.a enivicivokki)

*"It's not fair and I'm really not okay." Lilly Allen

*Ha. Hayatımın bu en sağlam hassas günlerinde bazı insanların umursamazlığı gerçekten koyuyor. O insanlara son çağrım. Beni azıcık dikkate alın. Çünkü yeni hayatıma başladığımda sizi hayatımdan tamamen çıkarabilirim. Gözüm kapalı yaparım bunu.

*Diyeceksiniz çok mu matah bi boksun. Evet öyleyim. En azından beni tanıyanlar için.

*Çok atarlı yazılar yazdım son günlerde kusura bakmayın. O insanların yüzlerine anca böyle söyleyebiliyorum bunları. Sadece 12 tane izleyicim var biliyorum ama. Yine de belirteyim dedim.

*"Yeter bak ha kendine gel haa kafana geçiririm kızım haa" Erman Kuzu

*Bay.

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Ben Büyük Adamım!

*Evliya Çelebi'ye döndüm son 1 aydır. Batı Anadolu'yu karış karış gezdim. Nice yerler gördüm , nice insanlar tanıdım. Ama kendim gibisini görmedim.

*Kışa merhaba diyeceğiz yakında. Bu bana mutluluk veriyor. Havalar serinlemeye başladı. Hatta 2 güne kadar 10 derece düşecekmiş. Ohh essin essin.

*Haftalık En Kıl Olduğum Şeyler Top 10 Listesi'nde ilk numaraya yükseldi:

-Birine güvenip bir düşünceni anlatmak. Sonra o düşünceyi öğrenmemesi gereken kişiden duymak.

Ha sonra o kişiyle konuşursun. "Keşke söylemeyeydin." diye. Onun cevabı: "Şaka arasında söyledim, düşünemedim, özür dilerim." Kıllık listesinde açık ara birincilik kazanır böylece bu olay.

*"Özür dilerim" çıkalı bazı kötü şeyler çoğalmış diyorlar.

*"Bir adım atarken bir düşün, iki düşün, üç düşün, birilerine danış öyle hareket et"
-The Starbitch-

* "Popüler olunca insanın kendisine güveni geliyor." diyorlar, "Eskiden n'olduğunu unutuyorsun." diyorlar. Ben bilmem onların yalancısıyım. Anlayana.

* Kızgınlığım aşk gibi. Düşündükçe daha da alevleniyor. En iyisi beynime reset atıp güzel bir uyku çekmem. Ama bugün uykumu çok iyi aldım. N'apıcam ben?

*"Şişt şişt sakin ol, sinirlerine hakim ol."
-Şarkıcı Gülşen-

*"Affetmek büyüklüktür. Ama yapılan eşekliği sonlandırmaz. Aksine tekrarlatır. Ben büyük adamım. Affederim. Rahat ol."
-yine The Starbitch-

bazılarına ithafen....adios amigos.

15 Ağustos 2010 Pazar

Oh My Ding Ding Dong. Oh You Touch My Tra La La.


*Çok ilginç bir şekilde hayatım mükemmel gidiyor. Hiç ummadığım kadar. Şaşırtıcı değil mi gençler? Şans hep benden yana...

*Üniversiteyi kazandık. Üzerimizden yük kalktı. 3000 ATM basınç vardı sankilim 1 ATM'ye çekildi. (Fizik Mühendisliği şşş;);))

*Herkes Günther'in "Ding Dong Song" klibini izlemeli. Başı biraz kötü ama gerisi komik bak. Link vermiyorum. Şimdi birinde Youtube açılmaz falan. Uğraşamayacğım siz uğraşın.

*O değil de eve temizlikçi gelmesi ne kadar gergin bir olay değil mi? Kadına tam güvenemiyorsun da başında durmalısın. Ama bir yandan da "Patron benim! O halde neden evde kalıyorum ki işçi çalışsın?" diye düşünüyorsun. Mini kapitalist oluyorsun bir nevi.

*Geçen gün sadece uyumak için bir filme girdim. Hem de "Inception". İkinci izleyişimdi telaş yapmayın. Ve sadece rüyadan bahsettikleri için uyuyakaldım. Kusura bakma Leonardo aga. Beğendim filminizi merak etmeyin.

*Beni bekle İstanbul. Senden tiksinerek geliyorum sana. Sen mi büyüksün ben mi büyüğüm? Senin içinde 20 milyon insan yaşıyor. Benim içimde trilyonlarca hücre.

*Işığın çevresinde dolaşan kelebekleri hep erkeklere benzetirim. Işığın çekiciliğine kapılıp sert bir şekilde giriş yaparlar. Ama şiddetli ısıyla, anında, sertçe reddedilirler. Ama üşenmeden tekrar tekrar denerler. Ve ömürlerini hızla tüketirler.

*"Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer." Tarihi bir yalan.

*İddia ediyorum bir insanın psikolojik sorunları olduğunu sadece gözlerine bakarak anlayabilirim. Her gün aynaya baktığımda ne görüyorum sanıyorsunuz? Ha çözmeye hiç yanaşmam o ayrı mesele. O sorunlarla yaşamayı seviyorum.

*Dudaklarını şişirerek fotoğraf çektiren kızlardan nefret ediyorum ha. Bunlar hemen bitmeli. Bak Günther'ime. Tepkilerimi sunmuş resmen.

*Anlamsız yazdım bugün. Yeter. Saçmalayamıyorum artık. Mutluyum işte. Mutluluğun vermiş olduğu gerzeklikle sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim sevgili okumaz okurlar.

*"Yiyerek zayıfladım." Tarihi bir yalan. Zayıflayacaksan yemeyeceksin kardeşim.

* "Adios muchos."
Speedy Gonzalez.

Bilir misiniz? Bana Speedy Gonzalez der bazıları.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Temel İnsanlık-1

*Bu sefer sanırım günlük olarak kullanacağım burayı. Sizi sıkar muhtemelen her ne kadar takip etmeseniz de.

*"Benim kendimle ufak bir sorunum var, biriktirdiğim ne varsa şimdi patlar."

* Ego! Ne güzel kelime değil mi cicişler? Ben! anlamına geliyor Türkçede. Bu kelime üzerinde çok şey yaşamışızdır hepimiz. Korkmak lazım aslında. Azı da, çoğu da zararlı. Orta şeker kıvamı ayarlamak zordur. Hele bir de köpüklü olmak zorundaysa.

* Bencillik ise ben kavramının insanın üzerine yansımasıdır. Korkmak lazım aslında. Başkasının mutsuzluğunun başladığı yerde bitmeli değil mi? Tıpkı özgürlük kavramı gibi. Ama ya haksızlığa maruz kalınıyorsa? Bunun bir cezası olmamalı mı?

* Suç ve ceza iki büyük kavram. Birbirleriyle bağlantılı. Dostoyevski reyiz neden yazmış ya? Neden bu başlığı koymuş sanıyorsun? İnsanoğlu kendi mutluluğunun engellendiği durumları suç olarak benimser ve ceazası olması gerektiğine inanır. Bu da aslında bencillik kaynaklı bir zırvadır. Ama kişi kendini o kadar haksızlığa uğramış görür ki, çıkış kapısı olarak acımasızca ceza verir.

*Bir yakınınızın bir erif tarafından öldürüldüğünü düşünün? Çoğunuz o erifi işkencelerle öldürmek istemez mi? Ama onu öldürmek neyi ele geçirir ki? Ha neymiş. Cezanın temeli de intikammış. İntikam veya adalet duygusu. Hukuk intikamın en resmi ve en kalıba sokulmuş biçimidir. İnsanoğlu ilkel bir varlık olarak, yapay yasaları reddetmek ister. Ama caydırıcı bi ceza buna engel olur.

*Ya adam cezaya rağmen devam ederse? Bütün yakınlarınızı öldürmeye mesela. O zaman gerçekten cezayı haketmiştir.

* "Beni sevmeyen bir adamı bir gün içinde ilk görüşümde ona selam veririm, ikincide yine selam veririm, üçüncüde onu öldürürüm."

*Son olarak intikam ve tatmin duygusu. O adamı parçalayarak öldürürsün. Ve sevinçten ölürsün. Tatmindir bu duygu. Ha burda bi çelişki var işte. Sonrasında ya üzülürsün, ya üzülmezsin. Üzülürsen gerçekten incinmemisşindir, ama pişman değilsen adamın yaptığı seni gerçekten incitmiştir.

*Adios amigos.

*"Pişman değilim, bir daha olsa bir daha yaparım."

27 Temmuz 2010 Salı

Starbitch the Gurbet Child

Kolay mı be abi? 18 yılımı yaşadığım yeri terketmek. Babam ve Oğlum'da derdi ya Fikret Kuşkan bol sigaralı ses tonuyla: " En kötüsü de ne biliyor musun? Arada kalmak...Ben ne gidebildim, ne kalabildim...Ama ne yapmak isterdim biliyor musun? Yanımdakileri de götürebilmek.... Ya da oradakileri getirebilmek....."

Canım kadar sevdiğim sevdiğim yaklaşık 10 tane insan var. Bunlardan biri olan Mr. Gök de Kopenhag'ın karlı yollarında benden ırak olacak bir yıl kadar. Evet bencilim abi. Ben onu özlücem. Tamam o program onun için süper iyi olcak falan filan ama özlücem abi. Tamam sabote etmicem zımbırtısını ama bigün geri dönsün diye beklicem yani. Gelince Taksim'de kutlama yapıcaz zaten. Ha bi de bu mevzu var. İstanbul....

Ülke orası abicim. Şehir falan değil. Haberleri aç bi bak. Hava durumu,suç,konser,etkinlik,olay ve diğer zamanzingolar. Hepsi orda. Yakında pasaportla alıcaklar insanları ya da araçla gelenlere vize ücreti koyucaklar Londra misali. Eminim buna bak görürsünüz. Abi istemiyorum oraya gitmek seneye falan. Çok samimiyim gerçekten.Keyfim yerinde mi İzmir'de. Yerinde. Ekmek elden su gölden. Ohh mis. Ama orda ne var biliyor musun? Lanet hayat ve para orda dönüyor. İş orda. Okul orda. Hani kapitalizm ölsün falan diyoruz ya? Sıkıyorsa öldürelim bakalım. İşte o çark beni yakaladı ve içine alıyor. Gidicem oraya. Belki ağlayarak ama, gidicem.

"İstanbul'a meyyalim, vallahi mecburiyetten."

Ekin var ya. Bir an durup düşününce en doğrusunu yapıyorsun. Kaçmak lazım. Yeni, temiz yerler görmek lazım. Ben 20 milyonun içine pisliğe... Sen tertemiz bir Danimarka kasabasına...Ama pislik erif. Neden bi sene hiç gelmiceksin olum? Ben buna kızıyorum işte. Tamam erif adapte olcak falan ama. Öküz müsünüz olum? Arada bi gönderin çocuğu. Neyse ki adam orda yeni yeni "hit"lerle Skype'den şenlendirecek bizi.(Tufan ile aynı evdeyken;) )

İstanbul'da kar da yağıyor dimi? Bu güzel bak işte. Seveceğim bir şey buldum orda. Kar...

Olum onu bunu geçelim. Beyin göçü falan diyorlar ya o yalan. Zaten herkes beyni göçük doğuyor sistem sayesinde. Ben burdan İstanbul'a ordan belki yurtdışına gidicem. "Beyin göçü ,yazık yazık gençler uçuyor" diye hayıflanacaklar. Ama bizi tutmak için hiç bir şey yapmayacaklar.Bahse var mısın?

Bu akşam gidiyor Ekin. Ben de bir kaç aya. ama son hep aynı. Özlem. Lan neyse ben bir şey demicem artık. Çok duygusallaştım bu aralar. Ekin lan. Seni çok seviyorum olum. Hakatten bak.Bu yazıyı sana armağan ediyorum. Hej abi. Kendine iyi bak oralarda. Gelirken enerjik ol. Taksim'de dans edicez. Sizi de sıktıysam kusura bakmayın millet. Baybay.

1 Temmuz 2010 Perşembe

Uzay Boşluğu

Hacı sanki çocukluğumuzdan beri bu günlere hazırlanıyormuşcasına bir destek ve baskıyla girdik sınavlara. Sınavlar oldu ayrıca tabi. Hani bir zamanlarki sistem. Böyle bir değil üç kere ızdırap çekiyorsun. Tamam güzel. İyi veya kötü. Geçti gitti. Bazı adamlar seneye bir daha şans deneyecek, bazıları bu sene kapağı atacaklar. Hatta bazıları süper puan almasına rağmen eline diken batmış çocuk edasıyla inleyecekler. Olsun. Biz onları hayatımızdan nasolsa çıkaracağız bir gün.

Sorun şu ki... Ulan biz şimdi napacağız? Bir ay önce sınav var diye stresim vardı okey kabul ediyorum. Ama yine de çalışmıyordum. Yatıyordum falan. Bu benim gamsızlığım. Ama şimdi koskoca bir boşluk var lan. Uzay boşluğu gibi. Gittikçe büyüyor. Ama içimizdeki sıkıntı, kahinattaki atom sayısı gibi yerinde sayıyor. (10 üzeri 71 miydi neydi)

Gece 1-2 gibi uyu. (Ben sabah 5i tercih ediyorum.) Öğlene doğru kalk. Bütün gün dizi veya televizyon izle. Dünya Kupası falan da var. Onu izle. Sıcak bahanesiyle dışarı çıkma. Akşamüstü kısa süreliğine bir yere git serinde. Sonra eve gel. Bilgisayarla seviş. Bitti gün. Ha bi de yazlık hayatı vardır. Uyku saatleri yine aynı. Arkadaşlar varsa biraz daha çekilir olur. Çılgın şeyler yapılabilir bir yere kadar. Ama arkadaş yoksa daha çilelidir. Muhtemelen internet falan da yoktur yazlıkta. Gerizekalı gibi kalırsın ortada. Denize girersin serinlersin falan ama, hala yapçak bir şey yoktur. Kızartma ve mangal da cabası. Karnivor bir erif olup çıkarsın. Bilgisayarın yanındaysa bu sefer oyunlarla sevişirsin. Market için de kilometrelerce yürürsün o sıcakta.

Böyledir yaz. Hanginiz süper über harika mükemmel bir yaz geçiriyor ki? Herkes bir parça bu uzay boşluğunun içinde. Ben de öyleyim. Hatta boşluğun kendisi beynimin içinde.

"Asıl içimde,içinde yüzdüğüm bir deniz var." Şebnem Ferah

13 Haziran 2010 Pazar

Vuvuzelalar Üzerine

-vuvuzela çalarken orgazm olan adidaslı genç afrikalı.-
Efenim. Minik bir izleyici kitlem var. Bu minik izleyici kitlemin arasında çok küçük minik bir kısım da 2010 Dünya Kupası'nı takip etmekte. Lakin vuvuzela denilen cinayet aletini hepimiz duymuşuzdur heralde artık. Kafa siken, maç esnasında arı vızıldaması sesi çıkartan, futbolcuları da siken, kalecilere abuk subuk gol yedirten bir alet bu. Haydi. Hep beraber müthiş bir serüvene çıkıp vuvuzela'nın viki'deki anlamını görelim. Hey viki. Anlat bize. What is vuvuzela?

"Vuvuzela bazen lepatata diye bazen de Güney Afrika Zurnası diye adlandırılan, Güney Afrikayöresine ait üflemeli bir çalgı, 61 cm boyunda ve 100 gram ağırlığındadır. Herhangi bir tuş veya tonlama deliği fonksiyonuna sahip olmayıp, sadece üfleyen kişinin ritmine bağlı olarak ses çıkarır.

Güçlü bir ciğer ve üfleme yeteneği isteyen Vuvuzela'nın çıkardığı ses sis düdüğü ya da fil sesine benzerdir. Sinek ve arı vızıltısına benzetenler de olmuştur. Vuvuzela toplu olarak çalındığında çıkarmış olduğu ses yaklaşık olarak 135 desibeldir."

Şimdi siz stadta böyle dünya kupası final maçındasınız. Düşünün. Herhangi bir takımın kalecisiniz. Hani şu maçlarda öttürülen garip kornalar var ya hani 10 saniye dayanamazsınız? İşte onlardan böyle 135 desibel ölçüyle 2 saat boyunca öttürülüyor. Sürekli aynı sesten dolayı çıldırılası bir seviyeye geliyor beyin hücrelerinizin aktivasyonu. Sonra tabi abuk subuk goller görürüz. Bakınız İngiltere kalecisi, bakınız Cezayir kalecisi.

Olum ne biçim bi ciğer var bunlarda düşünsene? Bütün maç ya. Bi kere susmadan bütün maç. Suya atsan pasifiği dipten boydan boya gidip gelicek adamlar o derece. Sayın Güney Afrikalılar. Bana sempatik geliyordunuz bu turnuvadan önce. Artık var ya. Nefret ediyorum sizden. O vuvuzeları alın en iyisi siz de......

a) kıçınıza takıp pasifiği geçin

b) çöpe atın

c) sahaya atın

d) çılgın atın

choose the correct answer which stands on the blank please.


Baba Naber?

Baktım böyle blog için yeni tasarımlar falan çıkmış. Değiştirdim şablonu işte böyle aynı siyahlıkta ama farklı görüntüde bir şey oldu. Bilmem güzel mi oldu ki? Klasik tema değiştiren internet siteleri veya blog'lar gibi yeni temayı nasıl buldunuz diye anket yapmayacağım. Çünkü bakıyorum ki değişen pek bir şey yok yani. Gereksiz. İyi bulursunuz heralde küçük joniler.

6 Haziran 2010 Pazar

Kocaman Mini Öykü: En Kısa Film


Sabrını sınıyordu geceler sanki. Hani şu havlayan garip köpekler var ya geceleri. Anlamsız kokulara, insanlara... Onlar gibiydi. Sonra gülümsedi. Film şeridi hikayesini hatırlayarak. Hani derler ya film şeridi gibi yaşananlar akar diye. Onunla yaşadıklarını böyle film şeritlerinin içine koyarak hayal etti. Dudakları, gülümsemesi, gözleri, ışıldaması. " Seni seviyorum." diye fısıldaması kulağına. Sonra da " Ayrılmalıyız." diye fısıldaması... Gözleri yine doldu. "Keşke onun kokusunu şu anda hissedebilsem." diye geçirdi içinden. Hani şu özel parfümcüden aldığı var ya. Kimsenin bilmediği koku. O işte. Ona bile söylememişti adını. Hediye almasın diye. Garip bir kıskançlıkla bilmesini istemiyordu kimsenin. Hani sana verilen çok değerli bir hediyeyi kıskanırsın ya, öyle bir kıskançlıktı işte bu. Çocukça, bencilce... Satırların yetmediği güzelliği, nefrete bürünmeye başlamıştı bu çocukta... Sureti hep aklındaydı, karabasan gibi. Kokusu da aklındaydı. Tanımlayamıyordu ama evet aklındaydı. Hayaliyle sevişiyordu. Öpüyordu onu gerdanından. Sonra gözlerini bir açışında Alaaddin'in sihirli lambasındaki cinin kaybolması gibi kayboluyordu. Yemeden içmeden kesilmemişti. Tek kesildiği şey uyku ve onu pek de umursamayan dostlarıydı. Birkaçı hariç tabii ki. Kendini hayata döndüren elmalı kurabiyelere lanetler okudu." Hani ben yaşayacaktım, hani hiç bir şey benden önemli değildi?? Sizi lanet kurabiyeler!... Hani?? ". Güçsüz düştü bu sessiz serzenişi. Sonra düşündü. Bir aksilik vardı durumda. Hani şu film şeridi vardı ya, anıların kayıp geçtiği. O film şeridi.... Onda bir sorun vardı. Normalden kısa değil miydi? Yaşanmamışlıklarla dolu koskoca bir uzayda, küçücük bir toplu iğne başı gibi değil miydi bu? Hayatının en kısa filmi olarak seçti bu şeridi ve Oscar'ı ona verdi. Alan yönetmen ise: " Bu film aslında tamamen bir yalandan ibaret, ama insanlar yalanlardan hoşlanırlar. Hatta bazen bunlarla hayatlarını kurtarırlar. İşte bu film böyle bi film. Ama bazı salaklar bu yalanlara inanmak zorundadırlar. Yoksa yalanın ne zevki kalır ki? Buradan anneme, babama ve bu "salaklara" teşekkür ediyorum." Oldukça zorlukla güldü. Ve kısa filmini tekrar tekrar izledi. Bazen ağlayarak, bazen salaklığına gülerek.

1 Haziran 2010 Salı

Seks-i Memnu

- Muneca Brava (Vahşi Güzel) -

*Yalan Rüzgarı falan vardı vakt-i zamanında. Hani Show TV de yayınlanırdı. Tüm ev hanımları izlerdi. Sonra Rosalinda çıktı. Vahşi Güzel çıktı. Natalia Oriero....vaardı. Oyş. Bunlar hep alışılagelmiş şeyler idi.

*Lakin ben Latin rüzgarının İstanbul'umuza kadar geleceğini nerden bileyim lan? Hani bildiğin gündüz kuşağındaki hanımlar Türkçe konuşmaya başlayıp akşam kuşağında bize izletilir olmuş. Şu an karşımda o açık. Sürekli bir gerginlikler, bir hareketler böyle esrarengiz esrarengiz. Behlül'ün taş gibi suratla her gün bardan kız kaldırmak yerine ensest'e yönelmesi. Gerçi üvey yeğen lakin olsun. Ensest mi ensest üvey olsa da. Nihal'imiz. Ve rolünü Bülent isimli karakterden bile kötü oynayan Behlül. Ya. Zenginlik sıçıyorlar böyle. Paradan ölecekler. Film çektiriyorlar lan hatıra olsun diye daha ne. Ne demiş Bedük:
"Wave your credit cards, wave your dollars, wave your euros, that's how we do it!"

- bihter & behlül -
*Bi bomba geliyormuş ama kötü birşey değilmiş. Neymiş? Behlül master yapacakmış. Düğünden sonra ABD'ye gidip bütün okullara bakacaklarmış. Baba çok sevindi. Bayıldı. Lan neyse ben bir şey demiyorum.
*Matmazel de Fransız hatunuyum diye geçinir. Niye ABD için okey verdin lan matmazel? Behlül bi de doktora da yapçakmış. Yuh ebenin.

- nihal & behlül -
* O değil de ben de baya baya izledim diziyi ha. Ulan bi de laf ederim ne biçim adamım. Olum onlar da bi diziyi 4 saat yapmasalarmış banane. Bak gavura. 20 dakikalık dizi yapıyor ama böööyle kalıyorsun izlerken. En azından daha kaliteli.
- bihter & adnan -
*Ben merak ediyorum. Acaba bu dizi diğerleri gibi Arap ülkelerinde yayınlanacak mı? Eğer olursa olay çıkar ben söyleyeyim. Burda bile bu kadar olay olduysa....

29 Mayıs 2010 Cumartesi

Ten Points To Gryffindor


Efenim. Bir yürovijyını da geride bıraktık. Da bir tespitte bulundum ben. Her sene daha da boktanlaşmıyor mu? Yani ne bileyim. Şöyle bi şarkıları dinledim de. Gay adamlar, bakımlı adamlar, uzun bacaklı kızlar, popo gösteren kızlar, kendini yırtan ablalar vesaire. Ha bi de orjinal,marjinal, enterjinaller var arada. Onlar zaten öldürücü darbeyi vuruyorlar. Bizleri çocukluğumuza falan götürüyorlar. İşte ne bileyim. Puan verme safhasına gelmiyorum bile. 40 tane falan ülkenin başkentine bağlanılıp hep aynı cümle: " This show was amazing, it's great to be a part of it." veya birinci veya ikinci türevleri. He bi de kendi dillerinde söyleme yalakalığı var. Bülend Özveren'imiz var. Ama d ile. Bülent değil. Niye bu kadar yırtıyoruz ki kendimizi? Her sene bir telaş. TRT işte kim gitçek? Tarkan, "Eurovision'a gitmem" der. Biz vayy deriz. Bekleriz bekleriz. Bülend Özveren 450 kere komşusuna verdi der. Gece olur hala bekleriz. Sonuç gelir. Rahatlarız.

-"bi durun beyler bi dakka"-
Okan Bayülgen demişti de ne diyor bu adam demiştim: " Eurovision eşcinsel yarışması oldu. Bir tek ciddiye alan Türkiye ve TRT var. Diğer ülkeler ya eğlenmek için, ya da eşcinsellere destek için yarışmaya katılıyorlar". Babasın abi.

Son bir kez de pek güzide arkadaşım Mevsim şöyle buyurdu. (MSN konuşmasından aynen aktarılmıştır. Tüm hakları saklıdır Copyright 2010.) Dedi ki: " Sana eurovision un tanımını yapayım mı?". Ben de " Yap bakalım joni." dedim. Yaptı:

"bi kaç ülkenin tanınmadık sanatçılarının özel olarak hazırladığı, telaffuzu sıfır adamlardan ingilizce çıkartmak için götlerini yırttıkları, pek de iyi olmayan, genelde kıytırık, 1.sinin belki iyi ama yine de 4 ay sonra mp4 çaların bilgisayarın bi köşesinde kalıcak şarkılarının derlenip bir araya getirildiği, sadece türkiye ve azerbaycanın izlediği, herkesin birbirine puan verdiği, sadece türklerin büyüttüğü şarkı yarışması."

Hadi bakalım. Bütün müzik eleştirmenleri ayağa kalkar şimdi.

28 Mayıs 2010 Cuma

Bakiyelerimiz Yeterli Mi Ki?

-Meraba biz doğal olmak için çok kasıyoruz-

Otobüsler ne garip yerler değil mi dostlar? Yer yoktur. Kapının orda beklersin. Tutunabileceğin tek bir yer vardır. Lakin bir dallama henüz otobüs durmadan koluna, mor menekşe oyunundaki edayla geçirir. Hem onun yarattığı F kuvveti, hem de otobüsün freniyle oluşan P kuvveti seni küfürlerden küfürlere savurur. Yer vermezsin, yaşlılar laf eder. Yer verirsin, yer vermediğin gençler laf eder. (bizzat yaşadım bugün). Pek çekici bir popom olmamasına rağmen fortlandım bile lan. Zaten önümdeki amca rahat bi 3 kişiyi götürdü. Kendisine hayatta başarılar diliyorum. Laf olsun diye değil samimiyim. İyiliğini istiyorum.


Gerçek mutsuzluk nedir bilir misin yeğen?? Nedir? Bilemedin. Şu söz: " Bakiyeniz yetersiz.". Ha bi de bunu kabullenemeyen insanlar vardır. Defalarca basarlar. Ve her seferinde o acı sesi duyarlar. Tüm otobüse de rezil olurlar. Rezil, rezil, rezil. 5,45 TL vermek mi? Oradan kaçıp gitmek mi? Yoksa 1,50 TL karşılığında bir vatandaştan kentkart dilenmek mi?...Tarihi bir sınavdır bu. Hakatten bak. Senin kişiliğini herkes öğrenir orda adını öğrenmese bile...

Klimalı otobüs gibisi yok dimi? Eser. Bazıları rahatsız olur ama. Güneş vurmasıyla birlikte klima esintisi şahane.

Bazen fortlanmak lazım hayatta, gerçek kişiiğimizi farketmek için. Bazen de rezil olmak. Bazen yaşlı bir kadının dik bakışları altında tercih yapmak. Sen, sen ol. Sakın cep telefonuyla konuşma. Sakın. Adamı var ya...






Bilimum Meslek Dalının Karısı Binnaz.

-ay canım benim ya. kıyamam.-

Popun tavan yaptığı 90 lı yıllar idi. Tarkan abimiz vardı. Ama kokainsiz. Sade. Ondan sonra neydi o Aşkın Nur Yengi, Tilbe , Burak Kut , Akın zart zurt falan. Hatta ben bizzat kendimi Tarkan sanıp, şarkılarını söyleyerekten (bkz: şımarık) anaokulundaki aşık olduğum kızın peşinde dolanıp dururdum. Ne günlerdi be. Kral Tivi'miz vardı . O zamanlar apaçi değildi böyle. Saftık lan bildiğin. Bööyle hep ıptıs ıptıs oynardık. Pek şen şakraktık. Abuk subuk ülke meseleleri vardı. Susurluk , Abdullah Öcalan falan. Hep böyle gergindi ortalık. Gerçi şimdi farklı değil ama neyse. O zaman çocuktuk ya. Böyle olanları sanki uzay mekiğiymişcesine (nasıl bir benzetmeyse) izliyorduk. Çapkın adamdım be o zamanlar. Ehe. 200 kişiye aşık falan oluyordum. sagadgsbgs. Tatlı da çocuktum ha. Tam öpmelik böyle. Gerçi şimdi de öyleyim. Öhöm ne diyorduk. Tamam hepsi hoş güzel de. Bulgaristan'dan göçmüş, göçük bir amca vardı ya. Böyle elinde akordeonu,kafasında melon şapkası, bazaar collection takım elbise üstüne. Ha bildiniz dimi. Ciguli. Ben de onu sorucam. Noldu lan bu adama?

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Kocaman Mini Öykü: Kurabiye ile Gelen Mantık


Ağlamaktan en kıdemli keşlere dönmüş gözlerinin çevrelerini aynada süzdü. Tüm gecesi tuz buz olmuştu resmen onun sözleriyle. Kim bilir kaç gecesi daha yastığa ağzını bastırıp titremekle geçicekti? Bunu düşünürken artık göz pınarlarındaki tüm suyun tükendiğini farketti. Ağlayamıyordu bile. Ama kendine acilen sorması gereken bir soru vardı. Bu zavallılıktan hoşlanıyor muydu da güçlü olamıyordu? Yoksa gerçekten çaresiz miydi? Belki de bunun cevabını hiç bulamayacaktı. Ama sanki bu acıdan hoşlanmak kendisine daha yakındı. Çünkü o, kendi beynine göre çok derin, delicesine aşıktı. Daha sonra bunlara gülüp geçeceğini biliyordu. Ama beyninin bir tarafında o kadar küçük bir çocuktu ki, çaresiz bir bebek gibi olup bitenlere kendini bırakıyor, uzun uzun hıçkırmakla yetiniyordu. Annesinin dün yaptığı küçük kurabiyelerden ağzına bir tane attı, geri tükürdü. Elmalıdan nefret ederdi. Elindeki iğrenç, çiğnenmiş kurabiyeye baktı. Sonra çok temiz bulduğu vücudunun içindeki midede bunun asitle karışmış hali ve ya saatler sonra rezervuarda çok daha iğrenç hali varken, sadece tükürükle ıslanmış ve çiğnenmiş kurabiyeye neden iğrenç dediğine anlam veremedi. Kurabiyeyi ağzına attı ve yuttu. İşte bu nokta uçurumdan düşmekteyken bir dala tutunup tırmandığı noktaydı onun. Gülümsedi ve yatağına kıvrılıp yattı. Azcık onu düşündü. "Beni neden bıraktı?" diye. Sonra yine gülümsedi. "Çünkü ben salağım." dedi çok kısık sesle. " Değer vermemek gerek insanlara, gerektiğinden fazla."

Devam eder...

Kirli Sakalına Kurban, Aşkına Eşkıya

-çok gay adamlar: blue. sarışın olanlar lee ile duncan.-

Maşallah etrafımı çok fena gözlemleyen bir adamım ben. İşte böyle insanların suratlarına kitlenerek bakabilirim dakikalarca. İncelerim milleti didik didik. Şizofren gibi bir şeyim yani. Neyse geç git bunu da.Hacı...Bu kirli sakal mevzuu nolcak ya? Son 2 yılda kirli sakallı adamlardaki artış n'olucak böyle? Kirli sakallı adamların sakalı çıkan adamlar arasındaki yüzde %72.32414 imiş.3-4 tane tembel Jön Türk'ümsü adam çıkıp, kadınlar bunu seksi buluyor diye ferman verdiler zaar. Tembellik moda oldu şimdi.
-default şekilli apaçi sakalı. sigaramız da tamamlar-

Hatunlar size soruyorum: n'oldu lan beybifeys adamlar? Olum siz değil miydiniz böyle ''Blue'' isimli garip gruptaki gay kılıklı babyface adamlar Lee ve Duncan hakkında, ne bileyim Supernatural'deki Sam hakkında azgın naralar atanlar?
- supernatural dizisindeki sam: jensen ackles.-

Bir gün bırakayım dedim hadi ben de. Aynada bi baktım. Tiksinç lan. Hani içim el vermedi. Gillette Mach 3 Turbo'mu vurdum yüzüme. Siz de vurun be hacı. Ya da ne bileyim daha ucuzları var onların. Arko falan. 1 milyon vallaha. Ha üşendin mi? Git berbere taş gibi yapsın suratını. Niye sadece özel günlerde temiz adam olasın ki? Hatta artık onlarda bile kirli sakal moda olmaya başladı. Tövbe estağfurullah.
-gillette mach 3 turbo 4lü paket-

Bir gece ansızın gelip sakallarınızı kundaklayan bir yiğit olursa, onun ben olduğunu söyleyebilirim size. Ne bileyim apaçi sakalı bırakın. Şekilli sakal bırakın. Top sakal bırakın. Bıyık bırakın lan. Bunu bile söylettiniz bana. Ama tembel sakalı değil. Sakın.

25 Mayıs 2010 Salı

Teşekkürler Stinson.

- barney'den hot-crazy grafiği (grafik 1 ve tek A)-
5 sezondur taptığım adam. Her ne kadar gay olsan da eğer bu yazıyı okuyorsan sana sesleniyorum sayın Stinson. Nâm-ı diğer Neil Patrick Harris. Abi o ne karizmadır yahu o ne enerjidir. Mutlu olmayı öğrendim sayende. En azından öğrettim insanlara.Genç kızların sevgilisisin. Pozitivitenin kaynağısın.Barney Barney sen çok yaşa.Mucuks.

- barney naked man numarasını yaparken (+11) -
Suit up kavramı getirdin aramıza. Hey sen Neil abi. Seni seviyorum. Bir gay olarak değil, bir dost olarak. Zaten başın bağlı. Straight olsaydın sana daha çok tapabilirdim lakin, yine de seviyorum seni. Oh yes.
- n.patrick harris & david burtka(boyfriğendi.ühü) -
Bu sezonluk son kez: "Suit up! And look at my eyes!" ha bir de: " It's gonna be legen!....wait for it...darrrryyyyy!". Saygılar, secdeler. İpek kravatına kurban. (Not: Ben gay değilim.)

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Uykusuz Her Gece.

Bazılarına göre pek havalı bir şey işte gecenin 3'lerine 4'lerine kadar uyumamak. Lâkin içinde olunca hiç de iyi değil be joni. Sabah olduğunda küfredersin uyanmamak için saate. Kalkarsın, sürekli bir yorgunluk olur. Ama öyle böyle değil. En kısa mesafelerde dahi toplu taşıma araçları gözlerin kapanmak için fırsat kolladığı yerler olur.(otobüste uyuyan adam utku öz bunu bilir.)sagadgkshks. Şaka maka. Çok kötü bir şey lan. 2-3 gündür içime cin mi girdi n'aptı bilmiyorum ama geceleri dracula misali ayaktayım. Evin içinde salak salak dolanmalar, PES 2010'lar, garip kâbuslar...











-otobüste öküzler gibi uyuyan adamlar(yukarıda) - -bildiğin dracula işte(sağda)-

9-10 gibi uyuyan insanlara hep özenirim. Bir gün 8 de yatayım diye gaza geldim, uyuyana kadar saat 10:30 oldu. Ve normal yatış saatim olan 1'de yattığımda sabah daha dinç kalktığımı farkettim. Yıllardır anlatılan o biyolojik saat zımbırtısı hakatten doğruymuş be usta.Hani böyle meraba,biz bilimseliz ayağına yatılan dersler falan var ya. Onlara saygı duyuyorum artık. Yatağa gidip dön oraya dön buraya yaşamak istemiyorum . Ya bu gece bir sonraki geceye kadar uyumayıp yarın erken uyuyacağım-ki buna dayanamam gündüz kesin uyurum- ya da... yine böööyle devam edicek bu. 48 yıldır uyuyamayan bir amca vardı . Ona kolaylık dilerim...Hey! Sen! uyuyamıyorsan şansızsın, havalı değil. Tatlı rüyalar herkese.












- biyolojik saat (hem yukarıda hem de ingilizce)- -48 yıldır uyuyamayan Mehmet İnanç(sağda)-

Feysbuk? Noldu olum sana?

-Pek güzide feysbuk. Bu kızı burdan bulduk.-

Bilmem kaç yıl oluyor facebook üyeliğimi açalı arkadaş tavsiyesi üzerine. O günlerde bir teori atmıştık ortaya beraberce. (Tufan Zenger idir kendisi). Teori gayet basitti. Olum bu facebook bir gün güzide web sitesi yonja gibi olur. (bkz: http://www.yonja.com). Zaten belliydi eller titreye titreye Türkçe dil opsiyonunun yer bulmasının beklenmesinden. Bildiğin titriyordu milletin elleri ben biliyorum.
-Dj_JaZz_ApAcİ-@-GİZeMLİ (default apaçi)-

Ve eveeett. Yine haklı çıktık abi. Oldu. İşte herkesin dilindeki sıtayla olayları mı dersin, Hüseyin K.'nın sevişme teklifleri mi dersin. Bir V.I.P üyelik eksik sanırım. Onun mantığını anlayabilen varsa da bana i-posta atsın pılis. Meraba. Benim param var. Paramla sosyalleşicem. Koca bulup evlenicem. Mark Zuckerberg abi yakında onu da eklerse ben şahsen şaşırmam. Güzide arkadaşım İdil Ekim'in fotoğrafının altına yapılan yorum nolucak peki.
Yorum sizin abi. Lütfen silahlar konuşmasın.

Duruş: √
Bakış: √
Şekil : √...
Kalite : √
Estetik : √
Zerafet : √
Letafet : √
Uyum : √
Herbişi : √
Test Edildi, Onaylandı... 10 Numara Kusursuz
şEKER oRANI...
██████████ 95%
tATLI oRANI...
███████████ 96%
gÜZELLİK oRANI...
████████████ 98%
sEMPATİ oRANI...
█████████████ 99%
tOPLAM sONUÇ 100%

NAZAR DUASI_____
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْنا""
وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْناً وَإِن جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا إِلَيَّ
مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُم بِمَ


Melaba. Ben Geldim.

-Hokkabaz filminin şeysi (Resim 1 ve tek a)-

Olum böyle yıllardır herkesi görürüm blog mlog. İşte bugün böyle akşam oturuyordum. Televizyonda hokkabaz filmi var. Bi gaz geldi bana. Dedim. Olum ben niye blog açmıyorum ki? Sonra her yaptığım şeydeki gibi düşündüm.Ağzıma yüzüme bulaştırmayayım. İşte ya insanlar bakmazsa falan. Banane bakmazlarsa bakmasınlar. Ben yazıcam. Yaptım işte. Adını da güzel koydum (bilen bilenzi). Melaba. Ben karyenic. Soyadım garip biliyorum. Ama sizinki çok mu normal lan?. 18 yaşındayım. 185 boyundayım. Çok kuğul adamım. Öptüm sizleri şimdilik. İlk gün heycanıma verin kısalığını yazının. Teşekkürler ilhamım olan hokkabaz. İşte en sevdiğim replik:

" Bizim hokkabazlıkta kötü bir şey var işte. Hani böyle kadını uçurma numarası. Kadın uçuyor ya? Aslında içten içe biliyorsun gerçekten uçmuyor. Bu çok koyuyor insana." veya bunun gibi birşey.