Ara Ki Bulasın.
7 Kasım 2010 Pazar
Basen Bölgemde Fazlam Var
1 Kasım 2010 Pazartesi
Paradoks
26 Ekim 2010 Salı
Good Morning Vietnam!
20 Ekim 2010 Çarşamba
Kırmızı Araba
17 Ekim 2010 Pazar
Plasebo Etkisi
5 Ekim 2010 Salı
Kupa 6'lı, Sinek 7'li, Ve Pişti...
29 Eylül 2010 Çarşamba
Wake Me Up When September Ends
6 Eylül 2010 Pazartesi
Benim De Silgim Var
30 Ağustos 2010 Pazartesi
Ben Büyük Adamım!
24 Ağustos 2010 Salı
15 Ağustos 2010 Pazar
Oh My Ding Ding Dong. Oh You Touch My Tra La La.

*Çok ilginç bir şekilde hayatım mükemmel gidiyor. Hiç ummadığım kadar. Şaşırtıcı değil mi gençler? Şans hep benden yana...
4 Ağustos 2010 Çarşamba
Temel İnsanlık-1
*"Benim kendimle ufak bir sorunum var, biriktirdiğim ne varsa şimdi patlar."
* Ego! Ne güzel kelime değil mi cicişler? Ben! anlamına geliyor Türkçede. Bu kelime üzerinde çok şey yaşamışızdır hepimiz. Korkmak lazım aslında. Azı da, çoğu da zararlı. Orta şeker kıvamı ayarlamak zordur. Hele bir de köpüklü olmak zorundaysa.
* Bencillik ise ben kavramının insanın üzerine yansımasıdır. Korkmak lazım aslında. Başkasının mutsuzluğunun başladığı yerde bitmeli değil mi? Tıpkı özgürlük kavramı gibi. Ama ya haksızlığa maruz kalınıyorsa? Bunun bir cezası olmamalı mı?
* Suç ve ceza iki büyük kavram. Birbirleriyle bağlantılı. Dostoyevski reyiz neden yazmış ya? Neden bu başlığı koymuş sanıyorsun? İnsanoğlu kendi mutluluğunun engellendiği durumları suç olarak benimser ve ceazası olması gerektiğine inanır. Bu da aslında bencillik kaynaklı bir zırvadır. Ama kişi kendini o kadar haksızlığa uğramış görür ki, çıkış kapısı olarak acımasızca ceza verir.
*Bir yakınınızın bir erif tarafından öldürüldüğünü düşünün? Çoğunuz o erifi işkencelerle öldürmek istemez mi? Ama onu öldürmek neyi ele geçirir ki? Ha neymiş. Cezanın temeli de intikammış. İntikam veya adalet duygusu. Hukuk intikamın en resmi ve en kalıba sokulmuş biçimidir. İnsanoğlu ilkel bir varlık olarak, yapay yasaları reddetmek ister. Ama caydırıcı bi ceza buna engel olur.
*Ya adam cezaya rağmen devam ederse? Bütün yakınlarınızı öldürmeye mesela. O zaman gerçekten cezayı haketmiştir.
* "Beni sevmeyen bir adamı bir gün içinde ilk görüşümde ona selam veririm, ikincide yine selam veririm, üçüncüde onu öldürürüm."
*Son olarak intikam ve tatmin duygusu. O adamı parçalayarak öldürürsün. Ve sevinçten ölürsün. Tatmindir bu duygu. Ha burda bi çelişki var işte. Sonrasında ya üzülürsün, ya üzülmezsin. Üzülürsen gerçekten incinmemisşindir, ama pişman değilsen adamın yaptığı seni gerçekten incitmiştir.
*Adios amigos.
*"Pişman değilim, bir daha olsa bir daha yaparım."
27 Temmuz 2010 Salı
Starbitch the Gurbet Child
Canım kadar sevdiğim sevdiğim yaklaşık 10 tane insan var. Bunlardan biri olan Mr. Gök de Kopenhag'ın karlı yollarında benden ırak olacak bir yıl kadar. Evet bencilim abi. Ben onu özlücem. Tamam o program onun için süper iyi olcak falan filan ama özlücem abi. Tamam sabote etmicem zımbırtısını ama bigün geri dönsün diye beklicem yani. Gelince Taksim'de kutlama yapıcaz zaten. Ha bi de bu mevzu var. İstanbul....
Ülke orası abicim. Şehir falan değil. Haberleri aç bi bak. Hava durumu,suç,konser,etkinlik,olay ve diğer zamanzingolar. Hepsi orda. Yakında pasaportla alıcaklar insanları ya da araçla gelenlere vize ücreti koyucaklar Londra misali. Eminim buna bak görürsünüz. Abi istemiyorum oraya gitmek seneye falan. Çok samimiyim gerçekten.Keyfim yerinde mi İzmir'de. Yerinde. Ekmek elden su gölden. Ohh mis. Ama orda ne var biliyor musun? Lanet hayat ve para orda dönüyor. İş orda. Okul orda. Hani kapitalizm ölsün falan diyoruz ya? Sıkıyorsa öldürelim bakalım. İşte o çark beni yakaladı ve içine alıyor. Gidicem oraya. Belki ağlayarak ama, gidicem.
"İstanbul'a meyyalim, vallahi mecburiyetten."
Ekin var ya. Bir an durup düşününce en doğrusunu yapıyorsun. Kaçmak lazım. Yeni, temiz yerler görmek lazım. Ben 20 milyonun içine pisliğe... Sen tertemiz bir Danimarka kasabasına...Ama pislik erif. Neden bi sene hiç gelmiceksin olum? Ben buna kızıyorum işte. Tamam erif adapte olcak falan ama. Öküz müsünüz olum? Arada bi gönderin çocuğu. Neyse ki adam orda yeni yeni "hit"lerle Skype'den şenlendirecek bizi.(Tufan ile aynı evdeyken;) )
İstanbul'da kar da yağıyor dimi? Bu güzel bak işte. Seveceğim bir şey buldum orda. Kar...
Olum onu bunu geçelim. Beyin göçü falan diyorlar ya o yalan. Zaten herkes beyni göçük doğuyor sistem sayesinde. Ben burdan İstanbul'a ordan belki yurtdışına gidicem. "Beyin göçü ,yazık yazık gençler uçuyor" diye hayıflanacaklar. Ama bizi tutmak için hiç bir şey yapmayacaklar.Bahse var mısın?
Bu akşam gidiyor Ekin. Ben de bir kaç aya. ama son hep aynı. Özlem. Lan neyse ben bir şey demicem artık. Çok duygusallaştım bu aralar. Ekin lan. Seni çok seviyorum olum. Hakatten bak.Bu yazıyı sana armağan ediyorum. Hej abi. Kendine iyi bak oralarda. Gelirken enerjik ol. Taksim'de dans edicez. Sizi de sıktıysam kusura bakmayın millet. Baybay.
1 Temmuz 2010 Perşembe
Uzay Boşluğu
Sorun şu ki... Ulan biz şimdi napacağız? Bir ay önce sınav var diye stresim vardı okey kabul ediyorum. Ama yine de çalışmıyordum. Yatıyordum falan. Bu benim gamsızlığım. Ama şimdi koskoca bir boşluk var lan. Uzay boşluğu gibi. Gittikçe büyüyor. Ama içimizdeki sıkıntı, kahinattaki atom sayısı gibi yerinde sayıyor. (10 üzeri 71 miydi neydi)
Gece 1-2 gibi uyu. (Ben sabah 5i tercih ediyorum.) Öğlene doğru kalk. Bütün gün dizi veya televizyon izle. Dünya Kupası falan da var. Onu izle. Sıcak bahanesiyle dışarı çıkma. Akşamüstü kısa süreliğine bir yere git serinde. Sonra eve gel. Bilgisayarla seviş. Bitti gün. Ha bi de yazlık hayatı vardır. Uyku saatleri yine aynı. Arkadaşlar varsa biraz daha çekilir olur. Çılgın şeyler yapılabilir bir yere kadar. Ama arkadaş yoksa daha çilelidir. Muhtemelen internet falan da yoktur yazlıkta. Gerizekalı gibi kalırsın ortada. Denize girersin serinlersin falan ama, hala yapçak bir şey yoktur. Kızartma ve mangal da cabası. Karnivor bir erif olup çıkarsın. Bilgisayarın yanındaysa bu sefer oyunlarla sevişirsin. Market için de kilometrelerce yürürsün o sıcakta.
Böyledir yaz. Hanginiz süper über harika mükemmel bir yaz geçiriyor ki? Herkes bir parça bu uzay boşluğunun içinde. Ben de öyleyim. Hatta boşluğun kendisi beynimin içinde.
"Asıl içimde,içinde yüzdüğüm bir deniz var." Şebnem Ferah
13 Haziran 2010 Pazar
Vuvuzelalar Üzerine
"Vuvuzela bazen lepatata diye bazen de Güney Afrika Zurnası diye adlandırılan, Güney Afrikayöresine ait üflemeli bir çalgı, 61 cm boyunda ve 100 gram ağırlığındadır. Herhangi bir tuş veya tonlama deliği fonksiyonuna sahip olmayıp, sadece üfleyen kişinin ritmine bağlı olarak ses çıkarır.
Güçlü bir ciğer ve üfleme yeteneği isteyen Vuvuzela'nın çıkardığı ses sis düdüğü ya da fil sesine benzerdir. Sinek ve arı vızıltısına benzetenler de olmuştur. Vuvuzela toplu olarak çalındığında çıkarmış olduğu ses yaklaşık olarak 135 desibeldir."
Şimdi siz stadta böyle dünya kupası final maçındasınız. Düşünün. Herhangi bir takımın kalecisiniz. Hani şu maçlarda öttürülen garip kornalar var ya hani 10 saniye dayanamazsınız? İşte onlardan böyle 135 desibel ölçüyle 2 saat boyunca öttürülüyor. Sürekli aynı sesten dolayı çıldırılası bir seviyeye geliyor beyin hücrelerinizin aktivasyonu. Sonra tabi abuk subuk goller görürüz. Bakınız İngiltere kalecisi, bakınız Cezayir kalecisi.
Olum ne biçim bi ciğer var bunlarda düşünsene? Bütün maç ya. Bi kere susmadan bütün maç. Suya atsan pasifiği dipten boydan boya gidip gelicek adamlar o derece. Sayın Güney Afrikalılar. Bana sempatik geliyordunuz bu turnuvadan önce. Artık var ya. Nefret ediyorum sizden. O vuvuzeları alın en iyisi siz de......
a) kıçınıza takıp pasifiği geçin
b) çöpe atın
c) sahaya atın
d) çılgın atın
choose the correct answer which stands on the blank please.
Baba Naber?
6 Haziran 2010 Pazar
Kocaman Mini Öykü: En Kısa Film

Sabrını sınıyordu geceler sanki. Hani şu havlayan garip köpekler var ya geceleri. Anlamsız kokulara, insanlara... Onlar gibiydi. Sonra gülümsedi. Film şeridi hikayesini hatırlayarak. Hani derler ya film şeridi gibi yaşananlar akar diye. Onunla yaşadıklarını böyle film şeritlerinin içine koyarak hayal etti. Dudakları, gülümsemesi, gözleri, ışıldaması. " Seni seviyorum." diye fısıldaması kulağına. Sonra da " Ayrılmalıyız." diye fısıldaması... Gözleri yine doldu. "Keşke onun kokusunu şu anda hissedebilsem." diye geçirdi içinden. Hani şu özel parfümcüden aldığı var ya. Kimsenin bilmediği koku. O işte. Ona bile söylememişti adını. Hediye almasın diye. Garip bir kıskançlıkla bilmesini istemiyordu kimsenin. Hani sana verilen çok değerli bir hediyeyi kıskanırsın ya, öyle bir kıskançlıktı işte bu. Çocukça, bencilce... Satırların yetmediği güzelliği, nefrete bürünmeye başlamıştı bu çocukta... Sureti hep aklındaydı, karabasan gibi. Kokusu da aklındaydı. Tanımlayamıyordu ama evet aklındaydı. Hayaliyle sevişiyordu. Öpüyordu onu gerdanından. Sonra gözlerini bir açışında Alaaddin'in sihirli lambasındaki cinin kaybolması gibi kayboluyordu. Yemeden içmeden kesilmemişti. Tek kesildiği şey uyku ve onu pek de umursamayan dostlarıydı. Birkaçı hariç tabii ki. Kendini hayata döndüren elmalı kurabiyelere lanetler okudu." Hani ben yaşayacaktım, hani hiç bir şey benden önemli değildi?? Sizi lanet kurabiyeler!... Hani?? ". Güçsüz düştü bu sessiz serzenişi. Sonra düşündü. Bir aksilik vardı durumda. Hani şu film şeridi vardı ya, anıların kayıp geçtiği. O film şeridi.... Onda bir sorun vardı. Normalden kısa değil miydi? Yaşanmamışlıklarla dolu koskoca bir uzayda, küçücük bir toplu iğne başı gibi değil miydi bu? Hayatının en kısa filmi olarak seçti bu şeridi ve Oscar'ı ona verdi. Alan yönetmen ise: " Bu film aslında tamamen bir yalandan ibaret, ama insanlar yalanlardan hoşlanırlar. Hatta bazen bunlarla hayatlarını kurtarırlar. İşte bu film böyle bi film. Ama bazı salaklar bu yalanlara inanmak zorundadırlar. Yoksa yalanın ne zevki kalır ki? Buradan anneme, babama ve bu "salaklara" teşekkür ediyorum." Oldukça zorlukla güldü. Ve kısa filmini tekrar tekrar izledi. Bazen ağlayarak, bazen salaklığına gülerek.
1 Haziran 2010 Salı
Seks-i Memnu
*Yalan Rüzgarı falan vardı vakt-i zamanında. Hani Show TV de yayınlanırdı. Tüm ev hanımları izlerdi. Sonra Rosalinda çıktı. Vahşi Güzel çıktı. Natalia Oriero....vaardı. Oyş. Bunlar hep alışılagelmiş şeyler idi.
*Lakin ben Latin rüzgarının İstanbul'umuza kadar geleceğini nerden bileyim lan? Hani bildiğin gündüz kuşağındaki hanımlar Türkçe konuşmaya başlayıp akşam kuşağında bize izletilir olmuş. Şu an karşımda o açık. Sürekli bir gerginlikler, bir hareketler böyle esrarengiz esrarengiz. Behlül'ün taş gibi suratla her gün bardan kız kaldırmak yerine ensest'e yönelmesi. Gerçi üvey yeğen lakin olsun. Ensest mi ensest üvey olsa da. Nihal'imiz. Ve rolünü Bülent isimli karakterden bile kötü oynayan Behlül. Ya. Zenginlik sıçıyorlar böyle. Paradan ölecekler. Film çektiriyorlar lan hatıra olsun diye daha ne. Ne demiş Bedük:
"Wave your credit cards, wave your dollars, wave your euros, that's how we do it!"
*Bi bomba geliyormuş ama kötü birşey değilmiş. Neymiş? Behlül master yapacakmış. Düğünden sonra ABD'ye gidip bütün okullara bakacaklarmış. Baba çok sevindi. Bayıldı. Lan neyse ben bir şey demiyorum.
*Matmazel de Fransız hatunuyum diye geçinir. Niye ABD için okey verdin lan matmazel? Behlül bi de doktora da yapçakmış. Yuh ebenin.
* O değil de ben de baya baya izledim diziyi ha. Ulan bi de laf ederim ne biçim adamım. Olum onlar da bi diziyi 4 saat yapmasalarmış banane. Bak gavura. 20 dakikalık dizi yapıyor ama böööyle kalıyorsun izlerken. En azından daha kaliteli.
*Ben merak ediyorum. Acaba bu dizi diğerleri gibi Arap ülkelerinde yayınlanacak mı? Eğer olursa olay çıkar ben söyleyeyim. Burda bile bu kadar olay olduysa....
29 Mayıs 2010 Cumartesi
Ten Points To Gryffindor

Efenim. Bir yürovijyını da geride bıraktık. Da bir tespitte bulundum ben. Her sene daha da boktanlaşmıyor mu? Yani ne bileyim. Şöyle bi şarkıları dinledim de. Gay adamlar, bakımlı adamlar, uzun bacaklı kızlar, popo gösteren kızlar, kendini yırtan ablalar vesaire. Ha bi de orjinal,marjinal, enterjinaller var arada. Onlar zaten öldürücü darbeyi vuruyorlar. Bizleri çocukluğumuza falan götürüyorlar. İşte ne bileyim. Puan verme safhasına gelmiyorum bile. 40 tane falan ülkenin başkentine bağlanılıp hep aynı cümle: " This show was amazing, it's great to be a part of it." veya birinci veya ikinci türevleri. He bi de kendi dillerinde söyleme yalakalığı var. Bülend Özveren'imiz var. Ama d ile. Bülent değil. Niye bu kadar yırtıyoruz ki kendimizi? Her sene bir telaş. TRT işte kim gitçek? Tarkan, "Eurovision'a gitmem" der. Biz vayy deriz. Bekleriz bekleriz. Bülend Özveren 450 kere komşusuna verdi der. Gece olur hala bekleriz. Sonuç gelir. Rahatlarız.
Okan Bayülgen demişti de ne diyor bu adam demiştim: " Eurovision eşcinsel yarışması oldu. Bir tek ciddiye alan Türkiye ve TRT var. Diğer ülkeler ya eğlenmek için, ya da eşcinsellere destek için yarışmaya katılıyorlar". Babasın abi.
Son bir kez de pek güzide arkadaşım Mevsim şöyle buyurdu. (MSN konuşmasından aynen aktarılmıştır. Tüm hakları saklıdır Copyright 2010.) Dedi ki: " Sana eurovision un tanımını yapayım mı?". Ben de " Yap bakalım joni." dedim. Yaptı:
"bi kaç ülkenin tanınmadık sanatçılarının özel olarak hazırladığı, telaffuzu sıfır adamlardan ingilizce çıkartmak için götlerini yırttıkları, pek de iyi olmayan, genelde kıytırık, 1.sinin belki iyi ama yine de 4 ay sonra mp4 çaların bilgisayarın bi köşesinde kalıcak şarkılarının derlenip bir araya getirildiği, sadece türkiye ve azerbaycanın izlediği, herkesin birbirine puan verdiği, sadece türklerin büyüttüğü şarkı yarışması."
Hadi bakalım. Bütün müzik eleştirmenleri ayağa kalkar şimdi.
28 Mayıs 2010 Cuma
Bakiyelerimiz Yeterli Mi Ki?
Otobüsler ne garip yerler değil mi dostlar? Yer yoktur. Kapının orda beklersin. Tutunabileceğin tek bir yer vardır. Lakin bir dallama henüz otobüs durmadan koluna, mor menekşe oyunundaki

Gerçek mutsuzluk nedir bilir misin yeğen?? Nedir? Bilemedin. Şu söz: " Bakiyeniz yetersiz.". Ha bi de bunu kabullenemeyen insanlar vardır. Defalarca basarlar. Ve her seferinde o acı sesi duyarlar. Tüm otobüse de rezil olurlar. Rezil, rezil, rezil. 5,45 TL vermek mi? Oradan kaçıp gitmek mi? Yoksa 1,50 TL karşılığında bir vatandaştan kentkart dilenmek mi?...Tarihi bir sınavdır bu. Hakatten bak. Senin kişiliğini herkes öğrenir orda adını öğrenmese bile...
Klimalı otobüs gibisi yok dimi? Eser. Bazıları rahatsız olur ama. Güneş vurmasıyla birlikte klima esintisi şahane.

Bilimum Meslek Dalının Karısı Binnaz.
Popun tavan yaptığı 90 lı yıllar idi. Tarkan abimiz vardı. Ama kokainsiz. Sade. Ondan sonra neydi o Aşkın Nur Yengi, Tilbe , Burak Kut , Akın zart zurt falan. Hatta ben bizzat kendimi Tarkan sanıp, şarkılarını söyleyerekten (bkz: şımarık) anaokulundaki aşık olduğum kızın peşinde dolanıp dururdum. Ne günlerdi be. Kral Tivi'miz vardı . O zamanlar apaçi değildi böyle. Saftık lan bildiğin. Bööyle hep ıptıs ıptıs oynardık. Pek şen şakraktık. Abuk subuk ülke meseleleri vardı. Susurluk , Abdullah Öcalan falan. Hep böyle gergindi ortalık. Gerçi şimdi farklı değil ama neyse. O zaman çocuktuk ya. Böyle olanları sanki uzay mekiğiymişcesine (nasıl bir benzetmeyse) izliyorduk. Çapkın adamdım be o zamanlar. Ehe. 200 kişiye aşık falan oluyordum. sagadgsbgs. Tatlı da çocuktum ha. Tam öpmelik böyle. Gerçi şimdi de öyleyim. Öhöm ne diyorduk. Tamam hepsi hoş güzel de. Bulgaristan'dan göçmüş, göçük bir amca vardı ya. Böyle elinde akordeonu,kafasında melon şapkası, bazaar collection takım elbise üstüne. Ha bildiniz dimi. Ciguli. Ben de onu sorucam. Noldu lan bu adama?
26 Mayıs 2010 Çarşamba
Kocaman Mini Öykü: Kurabiye ile Gelen Mantık
Ağlamaktan en kıdemli keşlere dönmüş gözlerinin çevrelerini aynada süzdü. Tüm gecesi tuz buz olmuştu resmen onun sözleriyle. Kim bilir kaç gecesi daha yastığa ağzını bastırıp titremekle geçicekti? Bunu düşünürken artık göz pınarlarındaki tüm suyun tükendiğini farketti. Ağlayamıyordu bile. Ama kendine acilen sorması gereken bir soru vardı. Bu zavallılıktan hoşlanıyor muydu da güçlü olamıyordu? Yoksa gerçekten çaresiz miydi? Belki de bunun cevabını hiç bulamayacaktı. Ama sanki bu acıdan hoşlanmak kendisine daha yakındı. Çünkü o, kendi beynine göre çok derin, delicesine aşıktı. Daha sonra bunlara gülüp geçeceğini biliyordu. Ama beyninin bir tarafında o kadar küçük bir çocuktu ki, çaresiz bir bebek gibi olup bitenlere kendini bırakıyor, uzun uzun hıçkırmakla yetiniyordu. Annesinin dün yaptığı küçük kurabiyelerden ağzına bir tane attı, geri tükürdü. Elmalıdan nefret ederdi. Elindeki iğrenç, çiğnenmiş kurabiyeye baktı. Sonra çok temiz bulduğu vücudunun içindeki midede bunun asitle karışmış hali ve ya saatler sonra rezervuarda çok daha iğrenç hali varken, sadece tükürükle ıslanmış ve çiğnenmiş kurabiyeye neden iğrenç dediğine anlam veremedi. Kurabiyeyi ağzına attı ve yuttu. İşte bu nokta uçurumdan düşmekteyken bir dala tutunup tırmandığı noktaydı onun. Gülümsedi ve yatağına kıvrılıp yattı. Azcık onu düşündü. "Beni neden bıraktı?" diye. Sonra yine gülümsedi. "Çünkü ben salağım." dedi çok kısık sesle. " Değer vermemek gerek insanlara, gerektiğinden fazla."
Devam eder...
Kirli Sakalına Kurban, Aşkına Eşkıya

Bir gün bırakayım dedim hadi ben de. Aynada bi baktım. Tiksinç lan. Hani içim el vermedi. Gillette Mach 3 Turbo'mu vurdum yüzüme. Siz de vurun be hacı. Ya da ne bileyim daha ucuzları var onların. Arko falan. 1 milyon vallaha. Ha üşendin mi? Git berbere taş gibi yapsın suratını. Niye sadece özel günlerde temiz adam olasın ki? Hatta artık onlarda bile kirli sakal moda olmaya başladı. Tövbe estağfurullah.
Bir gece ansızın gelip sakallarınızı kundaklayan bir yiğit olursa, onun ben olduğunu söyleyebilirim size. Ne bileyim apaçi sakalı bırakın. Şekilli sakal bırakın. Top sakal bırakın. Bıyık bırakın lan. Bunu bile söylettiniz bana. Ama tembel sakalı değil. Sakın.
25 Mayıs 2010 Salı
Teşekkürler Stinson.
Suit up kavramı getirdin aramıza. Hey sen Neil abi. Seni seviyorum. Bir gay olarak değil, bir dost olarak. Zaten başın bağlı. Straight olsaydın sana daha çok tapabilirdim lakin, yine de seviyorum seni. Oh yes.
Bu sezonluk son kez: "Suit up! And look at my eyes!" ha bir de: " It's gonna be legen!....wait for it...darrrryyyyy!". Saygılar, secdeler. İpek kravatına kurban. (Not: Ben gay değilim.)
24 Mayıs 2010 Pazartesi
Uykusuz Her Gece.


-otobüste öküzler gibi uyuyan adamlar(yukarıda) - -bildiğin dracula işte(sağda)-
9-10 gibi uyuyan insanlara hep özenirim. Bir gün 8 de yatayım diye gaza geldim, uyuyana kadar saat 10:30 oldu. Ve normal yatış saatim olan 1'de yattığımda sabah daha dinç kalktığımı farkettim. Yıllardır anlatılan o biyolojik saat zımbırtısı hakatten doğruymuş be usta.Hani böyle meraba,biz bilimseliz ayağına yatılan dersler falan var ya. Onlara saygı duyuyorum artık. Yatağa gidip dön oraya dön buraya yaşamak istemiyorum . Ya bu gece bir sonraki geceye kadar uyumayıp yarın erken uyuyacağım-ki buna dayanamam gündüz kesin uyurum- ya da... yine böööyle devam edicek bu. 48 yıldır uyuyamayan bir amca vardı . Ona kolaylık dilerim...Hey! Sen! uyuyamıyorsan şansızsın, havalı değil. Tatlı rüyalar herkese.


Feysbuk? Noldu olum sana?
Bilmem kaç yıl oluyor facebook üyeliğimi açalı arkadaş tavsiyesi üzerine. O günlerde bir teori atmıştık ortaya beraberce. (Tufan Zenger idir kendisi). Teori gayet basitti. Olum bu facebook bir gün güzide web sitesi yonja gibi olur. (bkz: http://www.yonja.com). Zaten belliydi eller titreye titreye Türkçe dil opsiyonunun yer bulmasının beklenmesinden. Bildiğin titriyordu milletin elleri ben biliyorum.
Ve eveeett. Yine haklı çıktık abi. Oldu. İşte herkesin dilindeki sıtayla olayları mı dersin, Hüseyin K.'nın sevişme teklifleri mi dersin. Bir V.I.P üyelik eksik sanırım. Onun mantığını anlayabilen varsa da bana i-posta atsın pılis. Meraba. Benim param var. Paramla sosyalleşicem. Koca bulup evlenicem. Mark Zuckerberg abi yakında onu da eklerse ben şahsen şaşırmam. Güzide arkadaşım İdil Ekim'in fotoğrafının altına yapılan yorum nolucak peki. Yorum sizin abi. Lütfen silahlar konuşmasın.
Duruş: √
Bakış: √
Şekil : √...
Kalite : √
Estetik : √
Zerafet : √
Letafet : √
Uyum : √
Herbişi : √
Test Edildi, Onaylandı... 10 Numara Kusursuz
şEKER oRANI...
██████████ 95%
tATLI oRANI...
███████████ 96%
gÜZELLİK oRANI...
████████████ 98%
sEMPATİ oRANI...
█████████████ 99%
tOPLAM sONUÇ 100%
NAZAR DUASI_____
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْنا""
وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْناً وَإِن جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا إِلَيَّ
مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُم بِمَ
Melaba. Ben Geldim.
Olum böyle yıllardır herkesi görürüm blog mlog. İşte bugün böyle akşam oturuyordum. Televizyonda hokkabaz filmi var. Bi gaz geldi bana. Dedim. Olum ben niye blog açmıyorum ki? Sonra her yaptığım şeydeki gibi düşündüm.Ağzıma yüzüme bulaştırmayayım. İşte ya insanlar bakmazsa falan. Banane bakmazlarsa bakmasınlar. Ben yazıcam. Yaptım işte. Adını da güzel koydum (bilen bilenzi). Melaba. Ben karyenic. Soyadım garip biliyorum. Ama sizinki çok mu normal lan?. 18 yaşındayım. 185 boyundayım. Çok kuğul adamım. Öptüm sizleri şimdilik. İlk gün heycanıma verin kısalığını yazının. Teşekkürler ilhamım olan hokkabaz. İşte en sevdiğim replik:
" Bizim hokkabazlıkta kötü bir şey var işte. Hani böyle kadını uçurma numarası. Kadın uçuyor ya? Aslında içten içe biliyorsun gerçekten uçmuyor. Bu çok koyuyor insana." veya bunun gibi birşey.